Category Archives: Gezenti Lolipop

BRÜKSEL-Yola Devam

En son Brüksel’de 3 günde yapılabilecekleri anlatmıştım.

3 güne sığmayanlar veya farklı rota çizmek isteyenler için Brüksel’de görülmesi gereken diğer yerlerle devam ediyorum.

Müzeleri sona bıraktım. Açıkçası bir müze insanı olduğumu söyleyemem, ama Brüksel’deki yaklaşık 100 müze içerisinden zevkinize hitap edecek bir kaç tane müze bulmamak imkansız.

Ben en çok ilgimi çekenleri seçtim, size kısaca onlar hakkında bilgi verebilirim.

Museum of  Cacao and Chocolate, tabii ki de ilk tercihimdi. Mis gibi çikolata kokan binanın içinde binlerce yıl önce kakaoyu kullanan Aztek ve Mayalardan, kakaonun Avrupaya yolculuğuna, kralların sıcak çikolata içtikleri porselenlerden, orjinal çikolata reklam afişlerine ve yıllar öncesine ait çikolata ambalajlarına kadar bir çok şey bulabilirsiniz. Çikolata yapımı hakkında demo izleyebilir ve tadım yapabilirsiniz. Giriş 5 euro.

BELvue Museum; kaldığım şehri tanımak isterim, her şeyin nasıl başladığını merak ederim bu yüzden Belçika yı kuruluşundan günümüze kadar anlatan BELvue Müzesi başlamak için iyi bir seçim. Giriş 5 euro

Brussels Town Hall (Hotel de Ville/Stadhuis) Grand Place’daki güzel binalardan biri, 1401 yılında yapılmaya başlanmış, gotik tarzda inşa edilmiş, 1695 yılında şehrin Fransızlar tarafından bombalanması ile büyük hasar görüp sonradan aslına uygun olarak tekrar restore edilmiş. Halen belediye binası olarak kullanılan bu tarihi bina sadece çarşamba ve pazar günleri Fransızca, Flemenkçee ve İngilizce olarak 3 ayrı seansta düzenlenen turlarla rehber eşliğinde gezilebiliyor. İçeride fotoğraf çekme yasak. Giriş 5 euro.

Tam karşısında City of Brussels Museum (Maison du Roi/Broodhuis) var.  Flemenkçe “ekmek evi-ekmek pazarı” anlamına gelen ismini 13. yüzyılda bu binanın yerinde fırıncıların ekmek sattığı ahşap yapıdan alıyor. 1405 yılında ahşap yapının yerini taş bina alıyor. Şu an Brüksel şehir müzesi olan binada Brüksel’in kentsel dönüşümüne, politik, ekonomik ve kültürel geçmişine heykeller, porselenler, duvar halıları,ahşap oymalar, tablolar eşliğinde tanık olabilirsiniz. En çok hoşuma giden, Brüksel’in 13. yüzyılda ve 17. yüzyılda nasıl göründüğünü gösteren ayrıntılı 2 maket gerçekten görülmeye değer. En üst katında da Menneken Pis’in 18.yüzyıldan günümüze yüzlerce kıyafetinin sunulduğu  kıyafet koleksiyonunu görebilirsiniz. Giriş ücreti 4 euro.

Çizgi roman, Belçikalıların çok iyi sahip çıktıkları, çok övündükleri bir alan. Tenten’in, Şirinlerin, Red Kit’in evi Belçika. Comic Strip Museum‘da çizgi romanın nasıl doğduğundan, günümüzde geldiği noktaya dair bilgi sahibi olabilir, farklı dillerde, ünlü çizerler tarafından çizilmiş değişik türlerde binlerce örnekleri bulabilirsiniz. Müzeyle ilgili bir diğer önemli nokta da binasının Art Nouveau mimarisin önemli ismi Victor Horta imzası taşıyor olması. Giriş 8 euro.

Museum of Food  and Mill, 1841 yılında un öğütmek için inşa edilmiş bir değirmen günümüzde  yiyecek ve değirmen müzesi olarak hizmet veriyor. Giriş 3 euro.

Musical Instruments Museum, yine çok güzel bir Art Nouveau örneği olan Old England binasının ev sahipliği yaptığı müzede her kıtadan her kültürden, 1200’den fazla enstrüman sergileniyor. Güzel yanı hepsini dinleyebiliyorsunuz. Giriş, 5 euro.Her ayın ilk çarşambası ücretsiz olarak gezilebiliyor.

Royal Arts and History Museum, Parc du Cinquantenaire içinde yer alıyor ki sadece bu parkın içinde nefes almak için bile gidilebilir. Avrupa medeniyetleri ve diğer medeniyetler olmak üzere iki ana bölümden oluşan müze için bir gününüzü ayırmanız gerekli, ben biraz geç gittiğim için hepsini göremeden çıkmak zorunda kaldım. Bu müze için kısaca insanlık tarihini anlatıyor diyebiliriz. Giriş 5 euro. Her ayın ilk çarşambası ücretsiz olarak gezilebiliyor.

Parlamentarium, aslında bir müze değil, Avrupa Parlamentosu ziyaretçi merkezi. 23 dilde (üye ülke dilleri, maalesef Türkçe yok) mevcut sesli rehber (audio guide) eşiliğinde gezilebilen merkez Avrupa birliğinin doğuşunu, günümüzde geldiği noktayı, hayatımızdaki yeri ve önemini ve gelecekte nasıl olacağını anlatıyor.  Bir yandan da ikinci Dünya savaşından sonraki Avrupa’ya ışık tutuyor. Ücretsiz gezilebilir. Özellikle Avrupa Birliği/uluslararası ilişkiler öğrencilerinin kaçırmaması gereken bir yer.

Experience Brussels Exhibition, VisitBrussels ofisinin birinci katında ücretsiz gezilebilen bu sergi Brüksel’i her yönüyle tanımak,  Brüksel’de yaşayanları anlamak için ideal bir yer.

Yeni insanlarla tanışmak, arkadaşlarınızla sohbet etmek, bir şeyler içmek veya sadece kalabalığı izlemek için;

Avrupa Parlamentosunun arkasındaki meydan Place du Luxembourg, ya da genel kullanımıyla Place Lux’te  özellikle perşembe günleri 18-20 arası bir çok takım elbiseliye rastlarsınız. Burası Brüksellilerin iş çıkışı evlerine gitmeden önce bir şeyler içip, günün dedikodusunu yaptıkları yer.

Place du Chatelain, bir çok restaurant, cafe ve barın olduğu hareketli, enerjisi yüksek bir meydan. Çarşamba günleri meydana pazar kurulduğu için ekstra kalabalık.

Belçika müzik festivalleri açısından oldukça zengin. Özellikle yazın festivallerin biri bitiyor biri başlıyor. Tüm şehirlere ulaşım trenlerle çok kolay olduğu için her şehirdeki festivali değerlendirebilirsiniz. Hepsine katılmak ciddi mesai gerektirir.

Parking 58, adından anlaşılacağı gibi burası 1958 yılında yapılmış bir otopark, neden size bir otoparkı görmeyi önerdiğime gelirsek şehrin merkezindeki bu otoparkın en üst katından Brüksel’i kuş bakışı görüyorsunuz. Tabi göreceğiniz şehrin bir Paris olmadığını unutmayın ama yinede güzel, hemde ücretsiz. Atomium’u, Grand Place’ı, Place du Justice’i, Koekelberg Kilisesi’ni ve daha bir çok yeri bir yerde durup görebilirsiniz.

Şehrin nefes alma, dinlenme, spor yapma alanlarına bir kaç öneri;

Square Marie Louise

Square Ambroix

Parc du Cinquantenaire/ Jubelpark  Belçika’nın bağımsızlığının 50. yılını kutlamak ve 1880 fuarı için yapılmaya başlanmış.  İçinde 3 müze ve Brüksel’in en eski camisi bulunuyor.

Yere dökülen görebileceğiniz  her tonda sarı ve turuncu yapraklarıyla Parc du Cinquantenaire sonbaharda ayrı bir güzel.

Le Jardin Botanique / Kruidtuin

Parc Leopold / Leopoldspark

Foret de Soignes/Zoniënwoud,  1800’lü yıllarda 12000 hektarlık alan kaplayan, şu an ise 4421 hektar kalan bu orman vahşi hayvanları, yüzyıllık ağaçlarıyla koşucuların, bisikletçilerin, at binicilerinin gözdesi. Otobüs ve tramvayla da ulaşabileceğiniz bu ormanda dolaşırken kaybolmamaya dikkat edin.

Peki  Brüksel’de ne yapmayalım derseniz cevabım kesinlikle Brükselde kanal turu yapmayın olur. Paranıza yazık. Tekneniz pis kanal suyunda ilerlerken rehberin size gösterecekleri metal hurdalığı, Belgacom binası(hiç bir özelliği olmayan orta yükseklikte bir bina), Laeken sarayının bahçesindeki ağaçlar, ve altından geçtiğiniz çirkin köprüler olacak.

Brüksel’in daha hareketli olduğu bazı özel günler, bu günlerde şehirdeyseniz kaçırmayın.

Ommegang, 14. yüzyıldan beri 5. Charles anısına düzenlenen bir kutlama. Temmuzun ilk günlerinde gerçekleşiyor.Grand Place ve Grand Sablon’da bir ortaçağ kasabası kuruluyor ve o dönemin kıyafetlerini giymiş aktörler geçit yapıyorlar.

21 Temmuz Belçika Ulusal Günü, her yıl resmi geçitler, gösteriler, konserler, çocuklar için aktiviteler, yiyecek stantları, havai fişek gösterileri ile kutlanıyor.

Her 2 yılda bir  Grand Place Meydanında yaklaşık 750 bin taze çiçekle 77m*24m’lik rengarenk bir halı (flower carpet) yapılıyor ve bir hafta boyunca izlenebiliyor. 2012 ağustos ayında döşenen çiçekten halıyı bir daha 2014’te farklı bir dizaynla görebilirsiniz.

Bruxelles Les Bains/Brussel Bad, her yıl, yaz aylarında 1 ay boyunca Brüksel kanalı boyunca kuzey denizinden getirtilen 3000 ton kumla 1km’lik plaj yaratılıyor. Plaj voleybolu, konserleri, sıra sıra dizilmiş yiyecek büfeleri ile mini bir sahil kasabası gibi görünse de bizim gibi birbirinden güzel plajları olan bir ülkede yaşayan insanları etkilemekten çok uzak.

Benim Brüksel’de yakalayabildiklerim bunlar, umarım işinize yarayan bilgiler bulmuşsunuzdur. Gözümden kaçan,  sizin Brüksel’de gitmekten hoşlandığınız yerler, yapmaktan hoşlandığınız şeyler varsa duymaktan keyif alırım.

Brüksel ziyaretiniz boyunca yararlanabileceğiniz bir kaç web sitesi adresi ile yazımı noktalıyorum.

Görüşmek üzere…

www.visitbrussels.com

www.belgianrail.be

www.brussels.be

Yorum bırakın

Filed under Gezenti Lolipop

BRÜKSEL/BRUXELLES/BRUSSEL?

Brüksel, sevmek için uzun süre kalmanız gereken yerlerden biri.  Eğer asıl amacınızın Fransa ve Hollanda’yı görmek olduğu ama tur şirketinin araya Belçika’yı da sıkıştırdığı bir turla bir günlüğüne Brüksel’e gelirseniz, Grand Place’da resim çekip, meşhur işeyen çocuğu (Manneken Pis) görüp, iki bira içip bir de midye yediniz mi, iyi ki iki gün kalmamışız diyerek dönersiniz, neler kaçırdığınızı fark etmeden…

Ben size sevdiğim Brüksel’i anlatacağım. İlk gittiğimde 1 ay, ikinci gittiğimde 1 buçuk ay kalma fırsatı bulduğum ve sevdiğim Brüksel’i ama belki de sadece gezdiğim için sevdim çünkü orada tanıştığım farklı milletlerden bütün insanların  şikayet edecek bir şeyleri vardı. Neyse sonuç olarak ortak paydada sevilesi bir yer. Turist olarak gidecekler için  Brüksel’de dolu dolu geçirebilecekleri 3 günlük bir program hazırladım, yaşamak için Brüksel’e gidecekler (genellikle iş sebebiyle kendilerini Brüksel’de bulanlar) için de ilk şoku atlatana kadar yararlı olabileceğini düşündüğüm pratik bilgiler mevcut.

Yeni Başlayanlar İçin Kısaca Belçika

Belçika, kuzeyde Flamanların, güneyde Valonların, Almanya sınırında küçük bir Alman topluluğun yaşadığı 3 resmi dilli (Flemenkçe, Fransızca ve Almanca) çok kültürlü bir ülke. Avrupa’nın  kalbi diye anılan başkent Brüksel, Avrupa Birliği ve NATO’nun merkezi, kelimenin tam anlamıyla kozmopolit bir şehir. Zaman zaman acaba bu şehirde Belçikalı var mı diye düşünmeme yol açacak kadar.

Brüksel Bölgesinde görebileceğiniz her şey iki dilde, Fransızca ve Flemenkçe yazılıyor.  Sokak isimleri, marketlerdeki ürünler, sinemada alt yazı… Hemen hemen herkes İngilizce biliyor, benim gibi Fransızca veya Flemenkçe bilmiyorsanız hayatta kalabilirsiniz.

Aklınızda bulunması gereken en önemli şey: Pazar günleri şehir ölüdür.

Belçika’da ne yenir ne içilir? Bira, patates kızartması, midye, waffle ve tabi ki çikolata Belçika demek. Tatmadan dönemezsiniz, dönmemelisiniz. Bir de speculoos var. İnce, kıtır, baharatlı, geleneksel şekli baskılı kalıplarda pişirilen tatlı kurabiye.  Speculoos aromalı dondurma da favorim. Cuberdon‘u unutmamalıyım, tam bir Belçikalı. Koni şeklinde dışı sert, içi yapışkan ve yumuşak bir şekerleme.

Belçika’nın diğer şehirleri, ayrı bir yazı konusu. Brüksel’den trenle hepsine ulaşım çok rahat. İlk olarak Brugge, mutlaka görülmeli. Oostende, Namur, Ghent ve diğerlerini bir başka yazıda anlatacağım.

Bir şey daha var ki söylemeden geçemeyeceğim. Brüksel’den Paris trenle 1 saat 20 dakika, Amsterdam 2 saat, Londra 2 saat, Köln 2 saat… Gidin gezin serbest dolaşımın tadını çıkarın.

Experience Brussels Exibition-BIP

Türkler, Brüksel’de yaşayan uluslar arasında 6. sırada. Schaerbeek, Türklerin yoğun olarak yaşadığı yer. Burada pideci, baklavacı, kebapçı bulmakta hiç zorlanmazsınız. Candan Markette (Rue de Jérusalem 36, 1030 Schaerbeek) de alışık olduğunuz markaların yanında, mantı, sarmalık yaprak, yufka aklınıza ne gelirse bulabilirsiniz.

Brüksel’e Varış

Brüksel Havaalanından (Aéroport de Bruxelles-National/Luchthaven Brussel-Nationaal) tren ile 20-25 dakikada kolayca Brüksel’in 3 büyük tren istasyonuna ulaşabilirsiniz.  Treniniz sırasıyla  Gare du Nord/Noordstation (en köhne ama oteller bölgesinde), Gare Centrale / Brussel Centraal (en merkezi) ve Gare du Midi/ Zuidstation (en işlek çünkü Belçika’nın diğer şehirlerine giden trenlerin yanı sıra diğer Avrupa şehirlerine giden hızlı trenler de (Eurostar ve Thalys) bu istasyondan kalkıyor.  Tren istasyonlarından metro bağlantıları ile kolayca gideceğiniz yere ulaşabilirsiniz.

Metro istasyonlarında BOOTIK, KIOSK yazan yerlerden, 10 binişlik bilet (10 journey ticket) alırsanız Brüksel içindeki ulaşımınızı daha ucuza getirebilirsiniz. Bu biletle otobüs, metro ve tramvaya binebilir 1 saat içinde aynı biletle aktarma yapabilirsiniz.  Eğer benim gibi yürümeyi seviyorsanız şehir içinde bir çok yere yürüyerek de ulaşabileceğinizi unutmayın.

Daha sonra bir harita edinin. VisitBrussels ofislerinden 0,50 cent’e işinizi görebilecek bir harita alabilirsiniz. Bir de gezmeye başlamadan önce yanınızda mutlaka olması gereken 2 şey; güneş gözlüğü ve şemsiye. Gün içinde yağmuru da, bulutu da, güneşi de değişik aralıklarla görmek mümkün.

Brüksel’de Görülmesi Gereken Yerler

Brüksel 1. Gün:

Brüksel’e giden bir turistin ilk görmesi gereken yerden, Grand Place’dan başlayın tura. Brüksel’in merkezi, tarihi 11.yüzyıla dayanan, UNESCO Dünya Miras Listesinde de yer alan, Avrupa’nın en güzel meydanlarından biri Grand Place/ Grote Markt.

Meydandaki binaların hepsi birbirinden güzel, her baktığınızda farklı bir ayrıntıyı keşfediyorsunuz.

Meydandan doğruca işeyen çocuğun yanına, Manneken Pis’e. Evet evet doğru yerdesiniz, yanlış gelmediniz. Meşhur işeyen çocuk heykeli bu. Sokak arasında, hayır hayır büyük bir meydanda değil. Köşede sıkışmış gibi duran. Evet küçük, kimse büyük demedi. Bu 61 cm’lik bronz heykel 1619’dan beri Brüksel’in simgesi.

Hakkında o kadar çok efsane var ki hangisinin doğru olduğunu bilmediğim için anlatmıyorum. Öyle çıplak durduğuna bakmayın, bu minik çocuğun 800’den fazla kostümü var. Özel günlerde giydiriyorlar, hiç üşenmeden, şanslıysanız siz de onu kıyafetli görebilirsiniz.

Belçikalıların işeyen canlı takıntısını anlamış değilim, Manneken Pis kadar meşhur olmayan Jeanneke Pis (kız çocuğu-1987)  ve Zinneken Pis (köpek-1998) de var. Umarım bir dördüncüyü eklemezler.

Bu civarda hediyelik eşyacılar, çikolatacılar ve wafflecılar istemediğiniz kadar çok. Bir waffle alın ve Saint Katherine Meydanına doğru yürüyün.  Tavsiyem sade waffle almanız gerçi oradaki çeşitleri görünce canınız en karışığından çekecek ama bol kremalı, çikolata soslu ve meyveli bir tane almadan önce etrafa 1 dakika boyunca bakın ve minicik çatalla waffle yemeğe çalışıp, ağızlarına yüzlerine bulaştıran turistlerin dramını gördükten sonra karar verin. Ya da vazgeçtim madem turistsiniz siz de turist waffle’ı yemeyi hak ediyorsunuz. Alın, bir köşede durun, yiyin, kirlenin ve yola öyle devam edin. Bu arada Brüksel waffle’ı mı yoksa Liege waffle’ı mı derseniz ben kesinlikle Liege derim, aklınızda bulunsun.

Sainte Catherine/Sint Katelijne Meydanına geldiniz, az önceki kalabalıktan eser yok, güneşli günlerde daha canlı olan bu meydanda değişik restoranlar var. Salı, cuma ve cumartesi günleri burada pazar kuruluyor, çarşamba günleri de organik pazar. Sainte Catherine Kilisesinin önünde uzanan bu meydanda aralık ayında Avrupa’nın en güzel Noel pazarlarından biri (Christmas Market) kuruluyor. Yan yana küçük stantlarda yiyecekler, hediyelik eşyalar satılıyor. Sıcak şarap (glühwein) olmazsa olmazı. Buz pateni pisti kuruluyor. Bütün yıl sürmesini isteyeceğiniz tam bir karnaval havası, çok eğlenceli.

Buraya kadar gelmişken 12. yüzyıldan kalma Brüksel’in sur kalıntısı Black Tower’ı da görmeniz lazım.

St. Michael ve St. Gudula Katedrali, 13. yüzyılda gotik tarzda inşa edilmiş, tarihi, görkemli bir kilise. Önündeki parkta güneşli havalarda oturan kalabalığa karışabilirsiniz.

Brüksel parkının (Parc de Bruxelles/Warendapark) içinden geçerek Brüksel Kraliyet Sarayı’na gelin.

Belçika Kraliyet Sarayı (Palais Royal de Bruxelles/Koninklijk Paleis van Brussel1783 yılında inşasına başlanan, aslında 11.yüzyılda yapılıp 700 yıl kadar ayakta kalan ve 1731 yılında büyük bir yangınla yok olan Coudenberg Sarayı’nın yıkıntıları üzerine yapılmış. Bugünkü Belçika Kralı 2. Albert (1993’den günümüze) ve ailesi Laeken Kraliyet Sarayında yaşıyor, bu saray ise Kralın çalışma yeri.

Her yıl yaz aylarında kapıları ziyaretçilere açılan Saray’ı ücretsiz olarak gezebilirsiniz. Sarayda gezeceğiniz odalardan birinin tavanı ve avizesi 1,4 milyon parlak kabuklu Thai böceği ile kaplı. Işıl ışıl, göz alan bu etkileyici eseri Jan Fabre ve ekibi 3 ayda tamamlamış.

Sarayın hemen arkası Place Royale/ Koningsplein. Saint Jacques sur Coudenberg kilisesi önünde uzanan tarihi meydan. Belvue Müzesi (Belçika Tarihi), Müzik Enstrümanları Müzesi, Magritte Müzesi (Belçikalı sürrealist ressam Rene Magritte), Güzel Sanatlar Müzesi hepsi bu meydanda. VisitBrussels ofisi de burada (ihtiyacınız olan tüm turistik bilgileri buradan edinebilirsiniz, çalışanlar kibar ve yardım etmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Ayrıca buranın 1. katında ücretsiz olarak gezebileceğiniz Experience Brussels Exhibition, Brüksel hakkında çok şey öğrenebileceğiniz interaktif bir sergi.

Meydanın güneyinde ileride görünen görkemli bina Adalet Sarayı. Palais de Justice/Justitiepaleis, 1866-1883 yılları arasında yapılmış, Belçika’nın en büyük ve en önemli mahkeme binası, 104 m yükseklikteki büyük, görkemli, altın rengi kubbesi ile şehrin bir çok yerinden görülebiliyor. Altı ay arayla iki gidişimde de binayı tadilatta görüp, yine bitmemiş, binanın tamamını göremeyeceğim diye üzülmüştüm, öğrendiğime göre bina kuvvetlendirme çalışmaları 2003 yılından beri devam ediyormuş. Artık etrafındaki iskeleler ne zaman kalkar da bu güzel binanın güzelce resmi çekilebilir bilinmez.

Aynı yoldan geri dönerek tekrar Place Royal’e gelin bu sefer Müzik Enstrümanları Müzesi, Old England binasının önünden geçerek dümdüz yokuş aşağı yürürken güzel bir  manzara ile karşılaşacaksınız.

Bugünlük bu kadar gezmek yeter. Artık dinlenme vakti. Önce Delirium Cafe’ye. 2004 yılında 2004 çeşit birası ile Guiness Rekorlar kitabına girmiş bu barda ne yapacağınız belli. Bir çok Belçika birasının yanı sıra 60’tan fazla ülkenin birasını da tadabilirsiniz.

Yemek vakti Leon de Bruxelles’e gidip midye yemenizi tavsiye ederim. Kalabalık değilseniz rezervasyonsuz da yer bulabilirsiniz.

Brüksel 2. Gün:

Bugün merkezden biraz uzaklaşalım. İlk durak Atomium. (Metro hat 6 Heysel / Heizel durağı) 1958 yılında Brüksel’de düzenlenen EXPO fuarı için inşa edilen Atomium, 9 küre ve bu küreleri birbirine bağlayan 12 borudan oluşuyor. Turistlerin mutlaka uğradıkları Atomium’un içini (yani kürelerin içini) 13 Euro verip gezebilirsiniz veya sadece dışarıdan güzel fotoğraflarını çekmekle de yetinebilirsiniz. Gece ışıklandırılmış hali daha da güzel.

Hemen yanında Mini Europe parkı var. Avrupa Birliği’ne üye ülke şehirlerinin önemli yapılarının 1:25 ölçüsünde küçültülmüş maketleri sergileniyor. Vaktiniz varsa gezdiğinize pişman olmazsınız.

Atomium’um önünden yürüyün ve Parc de Laeken/Park van Laken’e girin. Bazısı 100 yaşını geçkin sayısız ağacın olduğu bu büyük parkın sonu Belçika Kraliyet ailesinin yaşadığı Laeken Sarayına varıyor. Ayrıca parkın içinde Kral 1. Leopold anısına, gotik tarzda yapılmış güzel bir yapı da var.

Buraya kadar gelmişken Chinese Pavillion ve Japanese Tower’ı da ziyaret edin.

Koekelberg Bazilikası (Basilique Nationale du Sacré-Cœur/Nationale Basiliek van het Heilig-Hart), (Metro hat 6, Simonis-Elisabeth durağı) dünyanın 5. en büyük kilisesi olan Koekelberg, Kral 2. Leopold’ün Paris’deki Sacre Coeur Kilisesinden çok etkilenip ona benzer bir dini yapı yapılmasını istemesi üzerine  yapılmış.

İçinde iki müze de barındıran Koekelberg Bazilikası’nın 52,8 m yüksekliğindeki kubbesine çıkarak 360 derece Brüksel manzarasının tadını çıkarabilirsiniz.

Yorulmuş olmalısınız, daha gezecek haliniz varsa harita elinizde, yok yemek yiyecek bir yerler arayışındaysanız sizi Saint Boniface Meydanına davet ediyorum. Bu küçük ama bir o kadar canlı meydanda Belçika, İtalyan, Tayland Mutfağı bulabileceğiniz seçenekler arasında. Bir öneri: L’Ultime Atome. Güzel havalarda dışarıda yer bulamayabilirsiniz..

Gün daha bitmedi. Flagey’e yürüyün. Cafe Belga‘da kendinize yer bulun ve bir şeyler için, Flagey’in hareketliliğinin tadını çıkarın. Brüksel’de her yerde olduğu gibi burası da güzel bir havada giderseniz, dışarıda kalabalığın arasına sıkışırsanız çok daha keyifli. Oraya kadar gitmişken Ixelles Gölü’nün etrafında yürüyün. Burası sabah sporu için de ideal.

Gece de daha bitmedi diyorsanız eski bir kiliseden bozma gece klubü olan Spirito Martini‘ye gidebilirsiniz. Oldukça şık bir mekan.

Brüksel 3. Gün:

Brüksel’in alışveriş caddelerini gezelim 3. gün.

Avenue Louise/Louizalaan, daha çok pahalı butiklerin olduğu, nezih bir alış veriş caddesi.

Boulevard de Waterloo/Waterloolaan; Versace, Tiffany, Chanel gibi ünlü markaları bulabileceğiniz cadde.

Rue Neuve/Nieuwstraat, Brüksel’deki hemen hemen her mağazayı bulabileceğiniz, her daim kalabalık alış veriş caddesi. Grand Place’a da çok yakın.

Chaussee d’Ixelles/Elsensesteenweg, Av. Louise’in paralel caddesi, daha orta halli mağazaların bulunduğu, Brüksel’in her rengine rastlayabileceğiniz, çok işlek, hareketli, vızır vızır (tabii ki pazarları hariç) bir cadde. Sonu Flagey’e çıkar bilginize.

İlle alışveriş merkezi diye tutturuyorsanız, buyurun size iki tanesi; City 2 (Rue  Nueve) ve Westland Shopping Center (Anderlecht)

İkinci el pazarı gezmek ister misiniz? Place du Jeu de Balle/Vossenplein’de Flea Market’a gidin. Her gün sabahtan, öğlen bire ikiye kadar kurulu oluyor. Aslında pazarın yüzde 80’i çöp diyebiliriz, ama dikkatli bakarsanız gerçekten güzel şeyler de bulabilirsiniz. Aklınıza gelebilecek her gerekli ve gereksiz şeyin satıldığı bir pazar.

Pazar demişken devam edelim. Eğer hafta sonu ise Place du Grand Sablon/Grote Zavel’de şahane bir antika pazarı gezebilirsiniz. Kitaplar, tablolar, çanak, çömlek… Hafta sonu değilse de kaçırdığınız tek şey pazar olur, Grand Sablon, güzel cafe ve restoranların olduğu bir meydan. Çikolatacı Pierre Marcolini‘nin dükkanı burada. Çikolataların birer sanat eseri gibi teşhir edildiği bu dükkana kesinlikle gitmeniz ve çikolatalarından tatmanız gerekiyor.

Place de L’agora/Agoraplein’da cuma,cumartesi ve pazar günleri açılan tezgahlardan hediyelik eşyalar ve Brüksel anıları alabilirsiniz. Grand Place’a çok yakın.

Yemek yemek için uzak doğu restoranlarının sıra sıra dizildiği  Rue Jules Van Praet/Jules Van Praetstraat’a gidebilrisiniz.

Şimdi bir şeyler içmek için güzel bir yere, Potemkine‘e gidelim. Potemkine, Frédéric Nicolay imzalı bir cafe/bar. (Brüksel’deki hemen hemen her güzel mekanda onun imzası var) Tavanında devasa bir balina iskeleti olduğunu söylemem ilginç bir yer olduğunu kanıtlar herhalde. Üst katında sinema gösterimlerinin de yapıldığı hoş bir mekan.  Güzel havalarda hemen önündeki Porte de Hal/Hallepoort’un çimenlerine çıkarılan masalarda da oturabilirsiniz. Porte de Hal 14. yüzyıldan kalma, şehrin kapılarından birisi. Şu an müze.

Geceye Place Saint Gery’deki Java Bar‘da devam edebilirsiniz.

Sonsuza giden bir yazı oldu farkındayım, üç günlük programı bölmek istemedim. Brüksel’de görmeniz  gereken diğer yerleri de başka bir yazıda paylaşacağım.

İyi eğlenceler…

Yorum bırakın

Filed under Gezenti Lolipop